LGBTİQ Bireylerle Çalışmak | Sude Çakır | Stajyer Psikolog
- hgurtekin
- 19 saat önce
- 4 dakikada okunur
Öncelikle kitap bize psikolojik tanımları sadece kişi ve hastalık bazlı değil tarihsel ve kültürel olarak da şekillendiğinden bahsediyor. Bu konuyu LGBTİ bireylerle bağdaştıracak olursak farklı dönemler içerisinde yaşanmış olan farklı kültürel olaylar ve farklı bakış açıları bu dezavantajlı gruba olan yaklaşımları her zaman için etkilemiştir. Ayrıca bu konuyu bir patoloji olarak ele almanın ne kadar doğru olduğu konusu da tarih boyunca tartışılmıştır. 1970’e kadar patoloji olarak görünen LGBTİ bireyleri onarım ve düzeltme adı altında bazı terapileri tabi tutmuşlardır. Altında yatan sorunu bulmak o dönemin uzmanlarına göre en uygun yöntem olarak görülmüştür. 1970’ten sonra yaşanılan gelişmeler ile bu bireyleri değiştirme değil topluma kazandırmaya yönelik tedaviler başlamıştır. DSM üç ün çıkışıyla beraber cinsel yönelim bozukluğu tanısı tamamen kalkmış olup DSM beşte cinsiyet Hoşnutsuzluğunu adı altında sadece trans bireylere karşı bir yaklaşım görülmektedir. Hastalık ve tedavi bakış açısının yerine toplum sağlığı ve desteği anlayışının almasıyla birey odaklı değil toplum odaklı ruh sağlığı hizmetine geçiş başlamıştır. Kişinin içinde bulunduğu rağmen değil kişiyle beraber izlenilen tedavi yolları bu dezavantajlı grupta da her zaman için daha etkili olmuştur. Genel olarak cinsellik ve cinsiyeti göz önünde bulundurduğumuzda mesele hiçbir zaman eş cinsellik değil her zaman üreme odaklı olmayan her türlü cinsellik olmuştur. Buna örnek verecek olursak ikili ilişkilerde penetrasyon gerektirmeyen her türlü cinsel aktivite gereksiz bulunmuş dokunma okşama türevi cinsel yaklaşmalar özellikle kadınlar açısından ayıp olarak algılanmıştır.
Freud’un psikanalitik bakış açısına göre heteroseksüel bir kişinin cinsel yönelimin değiştirmek ve eşcinsel bir kişinin cinsel yönünü değiştirmek arasında hiçbir farklılık yoktur kimlik oluşumu kategorik ikilikler değil cinsel farklılıklar ile oluşmaktadır. Kişinin ruhsal olarak olgunlaşması her zaman için heteroseksüelliğinden önce gelmektedir. Ancak küçük bir parantez açmak istiyorum ki ruhsal olgunlaşmayı oluşturan en büyük temel yapıtaşlarından biri de kişinin cinselliği ve kendi cinselliğini nasıl algıladığıdır. Freud’un bu konuyla ilgili değindiği bir diğer nokta ise eşcinsellik gaylık, trans bireylik ya da intersekslik durumunda kişiliğin gelişimidir. Freud cinsellik yönelimin kişilikte sorun olduğunu değil aksine zenginleştirici özellikler barındırdığını söylemektedir. Benim de düşünceme göre eşcinsel bireylerin hem cinsel olarak daha flexible bir yapıda olması kişiliklerinin de daha tutarlı esnek ve sağlam olmasını destekliyor. Kendilerini bir kalıba koymuyor oluşları kişiliklerini de aynı oranda etkiliyor. Ayrıca heteroseksüel kişilerin sorunlarını cinsiyet kimlikleri ile açıklamamızın yanı sıra homoseksüel kişilerin kişilik problemlerini cinsel kimlikleri ile açıklamaya çalışmamızda tartışılması gereken ayrı bir konudur.
Geçmişten günümüze homofobi hiçbir zaman ırkçılık ve cinsiyetçilikten ayrı düşünülemez. Burada ise karşımıza çıkan bir diğer kavram çoklu ayrımcılıktır. Bir kişinin sadece homoseksüel olmasının yanı sıra aynı zamanda bulunduğu toplumdan farklı bir dini ya da ırksal farklılığının bulunması birey için ekstra problemler doğuruyor. Erkeksi ideolojiler zorunlu askerlik gibi toplumsal normlar da bu kişilerin hayatlarında karşılarına çıkan diğer zorluklardan birkaçıdır. Örneğin gay bir bireyin askere gidip gitmeme tercihini kendi verebilmesi için bile aile hekimine açılması gerekebiliyor. Toplumun cinsiyet kimlikleri ile ilgili çarpık ve yanlış düşünce kalıpları da içinde bulunduğumuz dönemde homofobi ve bu bireylere olan bakış açısını olumsuz yönde etkiliyor. Lezbiyen bir bireyin penetrasyondan hoşlanmayacağı, sadece gay bireylerin anal seksten hoşlanacağı, lezbiyen çiftlerin penetrasyon ile birlikte olamayacağı bu çarpık ve olumsuz düşüncelere verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır. İçinde bulunduğumuz ülkenin koşulları da göz önüne alındığında kişilerin kendini geliştirmesi ve bu çarpık düşüncelerin yerini doğru ve gerçek düşüncelerin alabilmesi oldukça zor görünmektedir. Dünyada bile bu konuda yapılan akademik çalışmaların oldukça sıkıntılı olduğu dönemde ülkemizde yapılan çalışmalarda pek parlak değildir. Akademik çalışmalardaki başlıca problemler yeterli bilgiye sahip olmamak bu kişilerin özel hayatını fazlaca ihlal edilmesi ve araştıran araştırılan ilişkisindeki muhtaçlıktır.
Değinmek istediğim bir diğer konu ise cinsel davranış ve cinsel yönelimin birbirinden ayırt edilmesidir. cinsel davranış bireyin cinsel etkileşimini kiminle yaşadığı, cinsel yönelim ise bireyin cinsel ve duygusal olarak kimlerden hoşlandığıdır. Kişinin cinsel davranışı ile cinsel yönelim aynı olmayabilir. Örneğin biseksüel bir kadın cinsel davranış olarak bir erkekle birlikte olup cinsel yönelim olarak kadınlardan da hoşlanır bilir. Ya da gay bir birey bir kadınla evli olup aynı zamanda erkeklerden hoşlana bilir. Cinsel yönelim ve davranış kişinin içinde bulunduğu toplum ve kültürden oldukça etkilenmektedir.
Bireyin cinsel olarak açılması iki şekilde ele alınmaktadır. Bunlar kendine açılma ve başkalarına açılma olarak ikiye ayrılmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki önemli olan kişinin kendine açılmasıdır ve en önemlisi kişinin kendi kararıyla olmalıdır. Vivian Cass’in açılmayı ele aldığı modelinde altı basamak bulunmaktadır ve bu basamakları bir süreç olarak düşünmemizi istemektedir. Her kişinin açılma evresi farklılık gösterebilir.
Bu evrelerden ilki kimlik bocalamasıdır. Birey olduğu durum ve içinde yaşadığı cinsel yönelim arasında bağ kurmakta zorlanır ve bu kişinin bocalamasına sebep olur.
İkinci adım ise kimlik karşılaştırmasıdır. Birey eski kişiliği ile yeni cinsel yönelimi sürekli kıyaslar. Bu da eski ve yeni arasındaki uyumun sağlanamamasından dolayı bir yas süreci olarak görülebilir.
Diğer basamak kimliği hoş görmedir. Birey yeni benliğini hoş görmeye farklı ve kendini bulabildiği ortam arayışlarına girme ve derneklere başvurmaya başlar.
Kimliği kabullenme evresinde ise kişi kendini kabullenmeye başlar.
Kimliği yüceltme basamağında çevresindekilere ve hatta kendine karşı olan öfke dışarı çıkmaktadır. Kendini ve cinsel yönelimin kabullenmenin verdiği özgüveni dışarı olumsuz olarak yansıya bilir.
Son basamak kimlik sentezidir kişi önceki kişileri ve şu anki benliği arasındaki denge kurmuştur bir nevi kendini bulmuştur diyebiliriz.
Burada biz psikoterapistlere düşen en önemli şey kişilerin içinden geçtiği bu zor süreçte onların güçlü yanları da farkına vardırmaktır. Bu hayattaki tek varlıklarının cinsel yönelimleri üzerinden açıklanamayacak olan kişi olarak da biricik ve değerli olduğunu onlara her fırsatta hatırlatmalıyız. Bunu yaparken de en temel ilke olan mahremiyete her zaman için dikkat etmeliyiz. Heteronormatif dili kullanmak, merak ettiğimiz için değil kişinin yararına işlediğini bildiğiniz sorular sormak terapi süresince en önemli görevlerimizdir. Her terapi sürecinde olduğu gibi bireyleri yönlendirmemeli sadece kendi yollarında yanlarında yürüyen yardımcılar olmalıyız.
Comments